Bilimin Gücü, Buluş ve Inovasyon Başarılarının Sırları
Bilimin ve keşfin gücünü SETI projesinin mimarı, tek kanal TRT`li yıllarda Cosmos belgeselinde tanıştığımız ve First Contact filmine de konu olan Mesaj romanının yazarı eşsiz bilim adamı Carl Sagan’dan öğrendik, Sagan`ın da dediği gibi evren hakkında yeterince bilgi sahibi olduğumuzu her dönemde söyleyenler oldu ve hep de olacak.
Eğer 1920’lerde her şeyi bildiğimizi düşünseydik, penisilin olmazdı. Eğer 1890’larda her şeyi bildiğimizi düşünseydik, iletkenler olamazdı. Aynı şeyler şimdi de, ekonomik kriz yüzünden söyleniyor: Yeterince şey biliyoruz, kaynaklarımız kısıtlı ve yeni buluşlar yapmaya ihtiyacımız olmayabilir.
Ekonomik kriz zamanlarında, bütçe kıtlamaları yapılıyor; peki inovasyon ve keşifler kendi maliyetlerini çıkartamaz mı?
Kurumsal olarak yapılan hataların başında belki de inovasyon projelerine yapılan yatırımdan doğrudan proje bazında gelir elde etmeyi beklemek, girdileri ve çıktıları bu şekilde hesaplamak; bu doğru bir yaklaşım mı?
Atomu keşfeden fizikçiler, kesinlikle süpernova patlamalarını çözeceklerini bilmiyorlardı. 3M bilim adamlarından Dr. Spencer Silver, dayanıksız yapıştırıcıyı bulduğunda, bunu işe yaramaz bir buluş olarak değerlendirmişti. Bundan yıllar sonra, meslektaşı Art Fry, kitabındaki ayracın bir türlü istediği yerde durmaması üzerine oldukça sinirlendi, kafasını bu konuya yormaya başladı ve birden aklına meslektaşının işe yaramayan buluşu geliverdi, işte post-it böyle keşfedildi.
İlk akıllı telefon sanılanın aksine 1992 yılında, Apple tarafından Las Vegas Consumer Electronics Show’da tanıtılan Newton idi, acaba Apple Newton`u basarisiz bir proje olarak mı düşündü, yoksa kaynaklarını boşa yere kullandığını mı? Fakat belki de bu proje çalışmalarının ortaya çıkardığı prototip, vizyon ve ileri görüşlülük olmasa bundan 15 yıl sonra Apple`in iPhone `ları ile tanışamayacaktık.
Aynı bakış açısı yeni buluşlarda olduğu gibi inovasyon projelerinde de geçerli. Çoğu şirket inovasyon projesini, bazı standart ön koşulları yerine getirmemesi sebebi ile daha başından itibaren eleştirmeye başlıyor ve bu projeler daha başlamadan sekteye uğruyor.
Inovasyon projelerinin başarısızlığa uğramasının başlıca nedenlerini sıralayacak olursak :
- Hedeflerin küçük olması
- Sınırların ve geleneksel kalıpların çok fazla olması
- Sıra dışı düşüncelerin her zaman elimine edilmesi
Peki şirketler neden bu duruma düşüyor ? Bu konuda büyük tartışmalar olsa da bu konuda ileri çıkan iki temel görüş var :
- Başarısızlıktan korkmak
- Değişimden korkmak
Peki bu engellerin üstesinden gelmek ve geleceğe doğru büyük bir adım atmak için ne yapmalıyız? Tek yol hedeflerin çok büyük seçilmesi, inovasyon proje planının da aynı derece büyük yapılması.
Neden? Çünkü büyük hedefleri belirlediğimiz andan itibaren, geleneksel anlamda düşünce kalıplarının ve bu kalıpların etrafında oluşan duvarları barındırmak oldukça zor olur.
Bir nedeni de genellikle insanların büyük projelerdeki başarısızlıktan korkmamalarıdır; insanoğlu aya ilk ayak basarken, başarısızlığı yada korkuyu duymamış herkes tarafindan beklenen bir sonuç olarak görmüştü, ya da tam aksine 1986`yılında Challenger Uzay Mekiği’nin TRT dahil dünya televizyonlarında canlı izlediğimiz facia sonucunda 7 astronotun ölmesi kimseyi artık “uzaya astronot gönderilmese mi!” noktasına getirmemiştir.
Başarılarla ilgili son önemli noktada şu; Eğer büyük bir başarıyı yakalarsak bu bundan önceki tüm başarısızlık ve hayal kırıklıklarımızı önemli kılacaktır ve bizi daha da başarılı olmaya teşvik edecektir. Challanger faciasından altı yıl sonra 1992 yılında NASA, Endeavour adlı yeni uzay mekiğini kullanmaya başlamıştır. Endeavour ise son yolculuğuna 2011 baharının son ayında çıktı, tam 19 yıllık hizmetinden sonra.
Bu yazım ilk olarak Ocak 28, 2012 ‘de http://blog.netas.com.tr adresinde http://blog.netas.com.tr/?p=141 ‘de yayınlanmıştır.