Swann’ların Tarafı – Marcel Proust
Gönül vermissen bir köpeğin kıçına sanırsın ki kıç değil benzer gülistana. S.125
Zamanı boşa harçamayı bırakmanın ve yaşamdan keyif almanın yollarını göstermeye çalışan dikkatimizi ufak ama bir o kadar da önemli ayrıntılara yönelten Marcel Proust’un 7 ciltten oluşan Kayıp Zamanın İzinde dizi romanının ilk cildi olan bu kitabı okuması bir hayli zor, ilk kitapta Swann ve anlatıcı ile tanışırız, Swann yüksek sosyetede hayatını geçiren ve acı verici bir aşkın kurbanı olan zengin birisi, 1. kitabın 1. bölümünün uyku ile uyanıklık arasında bir sanrı olduğunu ve bunun zar zor anlaşıldığını söylesem okuması zor bir kitap olduğunu sanırım anlarsınız.
Kitaptan bazı alıntıları aşağıda bulabilirsiniz, Proust’u ve onun kitabını daha iyi anlamak için bir başka kitap olan Proust ile beni tanıştıran yazar Alain de Botton’ın Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir kitabını okumak gerekiyor..
Bir insanın, bilinmeyen bir hayatın parçası olduğunu ve ona olan aşkımız sayesinde bu hayata nüfuz edebileceğimizi zannetmek, bir aşkın doğmasında en temel unsurdur ve başka hiçbir şeyin önemsenmemesine yol açar. Bir erkeği sadece fiziksel görümüne bakarak değerlendirdiklerini iddia eden kadınlar bile, bu görünümde özel bir yaşayışın yansımasını bulurlar. S.103
Akıp gider mutluluğu uzun sürmez kötülerin. S.111
Her hareketimiz,her sözümüz, her tavrımızla, onu doğrudan görmemeiş, duymamış olan insanlar arasında, geçirgenliği sonsuz değişken olan ve bizim tarafımızdan bilinmeyen bir ortam bulunur.
En karmaşık toplumların bağrında görülen büyüleyici bir doğa yasası gereği, insan sevdiğiyle ilgili tam bir cehalet içinde yaşar.
Kadınların hayatında, her şey, en büyük üzüntü bile, bir prova meselesine dönüşür.
Hayatımızda önemli bir rol oynamış kadınların, birdenbire ve kesin olarak hayatımızdan çıktığı enderdir. Temelli hayatımızdan çıkmadan önce, arasıra hayatımıza tekrar girerler ,o kadar ki bazıları bunu yeni bir aşk başlangıcı zannederler.
Bir kadınla sürekli birlikte yaşamaya başlayın, onu savmenize yolaçan şeylerin hiçbirini göremez olursunuz; şüphesiz, birbirinden ayrılan bu iki unsuru, kıskançlık tekrar birleştirir.
Gerçek bir insan, kendisiyle ne kadar derin bir yakınlık kursak da, büyük ölçüde duyularımız tarafından algılanır, yani saydam değildir, duyarlılığımıza, taşıyamayacağı bir yük bindirir.
“Kendimizi daima ruhumuz tarafından kuşatılmış hissetsek de bizi çevreleyen bu ruh, sabit bir hapishane değildir; daha ziyade ruhumuzu aşmak, dışarıya ulaşmak için sürekli hamleler yaparak, onunla birlikte, bir hayal kırıklığı içinde sürüklenir, etrafımızda hep, dışarıdan bir yankı değil de, içimizdeki bir titreşimin çınlaması olan e hiç değişmeyen bir tını işitir gibiyizdir.”
“Nesnelerde, ruhumuzun onlara aksettirdiği, kendilerine değer kazandıran yansımayı bulmaya çalışırız; doğal ortamlarında, nesneleri zihnimizde bir takım fikirlerle yan yana bulunmalarına borçlu oldukları büyüden yoksun bulunca, hayal kırıklığına uğrarız; bazen bu ruhun bütün gücünü, dışımızda olduklarını, kendilerine asla ulaşamayacağımızı açıkça sezdiğimiz insanları etkilemek üzere, beceri ve ihtişama dönüştürürüz. işte bu yüzden, sevdiğim kadını daima, o sıralarda görmeyi en çok arzuladığım yerlerle çevrelenmiş olarak hayal etmemin, bu yerleri bana onun gezdirmesini, bilinmeyen bir dünyanın kapılarını bana onun açmasını istememin sebebi, basit ve zihinsel bir çağrışım değildi; yolculuk ve aşk hayallerim, tek bir kuvvet halinde fışkıran ve yönü değişmeyen yaşama gücümün- bugün, sedefli ve görünürde kıpırtısız bir fıskiyeden, değişik yüksekliklerde kesitler alır gibi, yapay olarak ayırdığım- farklı anlarından başka bir şey değildiler aslında…” S.250