Kabın Doluysa, Ben Ne Ekleyebilirim ki?
Bir üniversite profesörü, hayat hakkında bir şeyler öğrenmek için, bir üstadı ziyaret eder. Fakat, onu dinlemek yerine durmadan kendisi konuşur; düşüncelerini anlatır. Bir süre sonra üstad, misafirine çay ikram eder. Fincanı ağzına kadar doldurduktan sonra, çay taşar, tabağı doldurur, oradan da yere dökülür..
Bu fincan gibi siz de kendi fikir ve görüşlerinizle doluysanız.. Kabınızı boşaltmadan size ne öğretebilirim..
Hayat, kendimizi tekrar etmek değil, içimizdekienerji ile bir yenisini yaratmak için.. Eğer boş bir yer yoksa fincanında yenilikler nasıl hayatımıza girebilir ki?
Kimbilir belki de bu sebepten, yenilikler giremediğinden, hep aynı girdapta hayatımız sürüp gider ..
Yeniliklere, başkalarına, onların görüşlerine açık olmak kasvetli bir sabah karanlık odaya giren gün ışığı misali hayatımızda bir aydınlanma yaratır..
Ama bu aydınlanma ancak bizim davetimizle, perdeyi aralamamızla olabilir. Tıpkı Marcel Proust’un şu sözleriyle dediği gibi;
“..ne kadar önemsiz olursa olsun, kendisinin sahip olmadığı bir üstünlüğü bir başkasında gördüğünde, bunun bir üstünlük değil, bir dert olduğuna kendini inandırır ve o kişiye gıpta etmek durumunda kalmamak için, ona acırdı”
Ve kendi kendiğimize oluşturduğumuz demir parmaklıkların ardından bakmak yerine, yenilikler size geldiğinde hayatımızda onlara yer açıp, onları davet etme zamanımız gelmedi mi sizce , boş bir fincan bir yeşil çay …