Anlatabiyor musun ? Anlayabiliyor muyum ?
Düşündüğünüz,
Söylemek istediğiniz,
Söylediğinizi sandığınız,
Söylediğiniz,
karşınızdakinin
Duymak istediği,
Duyduğu,
Anlamak istediği,
Anladığını sandığı,
Anladığı..
arasında farklar vardır. dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması icin en az 9 olasılık var.
Sylviane Herpin ne güzel söylemiş, indigo dergisindeki bir yazı da olayı derinlemesine incelemiş neden anlatılanı anlamıyoruz ya da yanlış anlıyoruz ?
Çünkü Karşılaştığımız bir davranışı, kendimizin onu yapma nedeni ne olabilir diye düşünerek değerlendiriyoruz. Unuttuğumuz şeyse, karşıdaki kişinin bizimle illa aynı yaşayış biçimine, inanca, deneyime sahip olmadığı. Dolayısıyla yaptığı şey her neyse, bunu yapmaktaki nedenini biz ancak hayal edebiliriz, bilemeyiz.
Hemen yapıştırdığımız yargınınsa tehlikeli yanı daha farklı bir anlam aramamızı engellemesi. Fazla derinliğine düşünmeden itiverdiğimiz fikirler bu kaybın bir örneği. “Anı yaşa” cümlesi buna mükemmel bir örnek. Bir içecek markasının reklamlarında kullandığı haliyle çok yüzeysel — laylaylom — algılıyoruz bu cümleyi. Ama “An’ı YAŞA” aynı zamanda kadim Uzakdoğu inanışlarında olduğu gibi bambaşka bir boyutta, çok farklı bir anlama sahip.
Ve yüzleşme korkumuz bizi anlamaktan alıkoyuyor. Aklımızda yanlış olabileceğimize dair en ufak şüphe olduğunda, bildiğimizi düşündüğümüz şeyi istesek de soramıyoruz. Bunca zaman, asla hata yapmamak için tembihlendiğimizden, birinin hatalı olduğumuzu düşünmesi fikrine dayanamıyoruz herhalde. Bu acı eğitimin doğal sonucu olarak ayıplanmaktan, küçük görülmekten korkuyoruz. Böylece tahmin edilemez kadar çok olasılık varken, ilk bulduğumuza dört elle sarılıp, yanlış olabileceğimizi öğrenme cesaretini bile göstermiyoruz..
Kaynak[1] http://www.indigodergisi.com