Hayatın Gerçek Yönetmeni Tesadüftür
Bir yeri terk ettiğimizde,orada bizden bir şeyler kalır.
Gitmiş olsak ta orada kalırız.
Ve içimizde bazı şeyler vardır ki sadece oraya dönerek bulabiliriz.Çok kısa bir süreliğine de olsa hayatımıza sahnelik eden bir yere gittiğimizde ruhumuza yolculuk ederiz..
Ama kendimize ettiğimiz bu yolculukta,kendi yalnızlığımızla yüzleşmemiz gerekir.Ve yaptığımız her şey yalnızlık korkusundan yapılmıyor mu zaten?
Hayatımız son bulurken pişman olacağımız onca şeyden vazgeçme sebebimiz bu değil mi?
“Hayatın yönünü sonsuza dek değiştiren önemli anlar her zaman bağıra çağıra gelmesiyle anlaşılmaz. Gerçekte hayatın yönünü belirleyen deneyim anları çoğu zaman inanılmaz derecede gösterişsiz olurlar.”
Ağır ilerleyen ama içine girdikçe kendini hissettiren kitaptan uyarlama bir film..
Lizbon’a Gece Treni IMDB : 6.8 gokii.net 7
Neden izlemeli ? Siyasetten arkadaşlığa, aile ilişkilerinden aşka felsefik bir yaklaşımda hayatı kavramak için..
“Bir insanın yaşadığı hayattan memnun olmasını sağlamak için kendi belirlediği sahip olunması gereken başarılar ve deneyimler fikri eninde sonunda bir özsaygı meselesi midir?”
“Eğer durum buysa ölüm korkusu, insanın planladığı kişi olamama korkusu olarak tanımlanabilir.”
“Bunun, bu noksansızlığın asla ulaşılamayacağı kesinleşirse eğer birdenbire, artık tüm yaşamın bir parçası olamayan zamanı nasıl yaşayacağımızı bilemez hâle geliriz.”
Daha mı iyi?
Daha mı kötü?
Daha iyi. – Kitabı kendiniz yazmış gibi mi hissediyorsunuz? – Öyle olsun isterdim.
Yıllarca kafasını meşgul eden her şeyden bahsediyor.
Daha iyi mi, daha kötü mü?
Daha kötü.
Okuduğunuz şu güzel cümlelerden birini söylesenize.
“Hayatın gerçek yönetmeni tesadüftür.”
“Zalimlik, şefkat ve büyüleyici cazibeyle dolu bir yönetmen.”
Tesadüften kastı, kader mi?
Hayır, sanırım şansı kastediyor, şansın rastgeleliğini.
Bir ara verelim, gözleriniz biraz dinlensin.
Pek iyi uyuyamayan bir adamsınız.
– Belli oluyor mu?
– Gözler her şeyi anlatır.
Şu gözlere bakın.
Ne anlattıklarını söyleyin.
Melankolik ama umutlu.
Yorgun ama kararlı.
Çelişkili.
Görmekten bir duyguymuş gibi bahsediyorsunuz.
“Hayatın yönünü sonsuza dek değiştiren önemli anlar her zaman bağıra çağıra gelmesiyle anlaşılmaz.”
“Gerçekte, hayatın yönünü belirleyen deneyim anları çoğu zaman, inanılmaz derecede gösterişsiz olurlar.”
“Devrimsel etkisini açığa vurup hayatın yepyeni bir ışık altında meydana çıkmasını sağlarken bunu sessizce yapar.”
“Ve bu muhteşem sessizlik içinde, onun özel asaleti ikamet eder.”
Mariana, İsviçreli olduğunuzu söyledi.
İsviçre’de hiç devrim olmadı, değil mi?
Hayır. Bir şekilde, bu tip şeylerden daima uzak kalmayı başarabildiler.
Güven duygusundan yoksun yaşamak nasıldır, bilemezler.
Güvenecek kimse yoktur; arkadaşlarınız, aileniz…
“Üçüncü gün anladım ki, altında ezilmemek için günleri saymam gerekiyor.”
– Amadeu, bizim dinimiz nedir?
– Sadakat.
Değerlerimiz neler?
Doğruluk, her şeyin üzerinde.
Kesinlikle. Gözlerini benden ayırma, yeter. Hiçbir sorun çıkmayacak.
Katedralleri olmayan bir dünyada yaşamak istemezdim.
Askerî üniformanın kirli renkleri karşısında bana onların güzelliği ve de ihtişamı lazım.
Kitabın güçlü kelimelerini seviyorum.
Onun şiirsel kuvvetine ihtiyacım var.
Dilin yozlaşması ve değersiz sloganlar karşısında, ona ihtiyacım var.
Ama içinde yaşamak istemediğim bir dünya daha var.
Bağımsız düşüncenin kötülendiği ve tecrübe edebileceğimiz en güzel şeylerin günah ilan edildiği bir dünya.
Sevgimizin tiranlar, zalimler ve katiller tarafından talep edildiği bir dünya.
Ve en garibi, insanlara vaiz kürsüsünden bu yaratıkları affetmeleri, hatta sevmeleri öğütleniyor.
Bu sebeptendir ki, İncil’i sadece kenara koymak yetmez.
Onu tamamen hayatımızdan çıkarmalıyız.
Çünkü o sadece tepeden bakan, kibirli bir tanrıdan bahseder.
O her yerdedir, Tanrı gece gündüz bizi gözler.
Yaptıklarımızı ve düşüncelerimizi not alır.
Ama sırları olmayan bir adam nedir ki?
Sadece ama sadece kendine ait düşünceleri, dilekleri olmayan…
Yüce Tanrı, o dizginlenemez merakıyla ruhumuzu çaldığını düşünemiyor mu?
Ölümsüz olması gereken ruhumuzu Ama bu kadar ciddiyet içinde ölümsüz olmayı kim ister ki?
Bugün, bu ay, bu yıl ne olduğunun önemi olmadığını bilmek, ne sıkıcı bir şeydir.
Hiçbir şeyin önemi yok.
Buradaki hiç kimse, sonsuza dek yaşamanın nasıl olduğunu bilmiyor.
Ve ne mutlu bize ki, asla da bilmeyeceğiz.
Size bir şeyi garanti edebilirim.
Bu sonsuz ölümsüzlük cenneti, bir cehennem olurdu.
Her anımıza güzellik ve dehşet veren sadece ve sadece ölümdür.
Zaman yalnız ölüm sayesinde yaşayan bir şeydir.
Tanrı bunu neden bilmiyor?
Neden bizi, dayanılmaz bir şekilde kasvetli olabilecek sonsuzlukla tehdit eder?
Katedralleri olmayan bir dünyada yaşamak istemezdim.
Pencerelerindeki ışıltıya o güzel dinginliğine, buyurgan sessizliğine ihtiyacım var.
Kelimelerin kutsallığına, şiirin ihtişamına ihtiyacım var.
Ama bir o kadar da, özgürlüğe ve bu dünyada acımasız ne varsa ona isyan etmeye ihtiyacım var.
Çünkü biri olmadan diğerinin hiçbir anlamı olamaz.
Onun boş vaatleri hakkında konuşmasını yaptıktan sonra Tanrı’dan bahsetmeye cesaret edemedim.
Ama kendime bir dinî kelime için müsaade ettim.
Hainsin sen. Hain!
Hain!
– Sen bir hainsin!
– Ben bir doktorum.
Duydunuz mu beni? Doktor!
Sen bir hainsin!
– Dünya neden bu kadar zalim?
– Ben de kendime soruyorum.
– Sanki hiç umurunda değilmiş gibi.
– Tanrı’nın umurunda değil.
Artık yalnız kalmak istiyorum.
Eğer İsa giyotinle idam edilmiş olsaydı hepimiz büyük parlak bir bıçak karşısında dua edecektik.
Ya da elektrikle idam edilseydi, sandalye önünde diz çökecektik.
Ama bunu gerçekten yapabilir misin?
başkası olmaktan nefret etmez.
Bizde sadakat sebeplerinin listesi vardı.
Diğerlerine karşı suçluluk hissi.
Çekilen çileler, ortak mücadele, ortak metanet…
…zayıflık, yakınlık özlemi…
…ortak nefret, müşterek mizaç, ve buna benzer şeyler.
– Peki ya aşk?
– Biz ona inanmazdık.
Aşırı duygusal kelimelerden sakınırdık.
Onun için önemli olan sadece üç şey vardı:
Tutku, keyif ve güvenlik.
Tutku…
O kız Yahudi.
İçmeyen insanlara güvenmem.
Yak bir sigara.
İyi misin?
Evet.
Aradığı ben miydim yoksa hayat mı?
Hayatımla ilgili her şeyi bilmek istiyordu.
Anılar düşünceler, fanteziler, hayaller… Durmak bilmiyordu.
Uzaklara gideceğiz.
Amazon’a giden bir gemiye bineceğiz.
Yalnız ikimizin olduğu yeni bir dünyaya.
Kitaplar yazacağım…
Sadece ikimizin anladığı yeni bir dil türeteceğiz.
Nehrin bizi sürüklediği yere kadar gideceğiz.
Geçmişe ve de geleceğe…
Sonun en başına…
Ben ne yapacağım?
Onu benimle paylaşacaksın.
Aynı havayı, aynı hisleri, aynı tatları…
Bu istediğin şeyleri…
…kendin için istiyorsun, benim için değil.
İkimiz için istiyorum.
Ama çıkmak istediği yolculuk kendi ruhunaydı, benimkine değil.
“Bir yeri terk ettiğimizde orada bizden bir şeyler kalır.”
“Gitmiş olsak da orada kalırız.”
“Ve içimizde bazı şeyler vardır ki sadece oraya dönerek bulabiliriz.”
“Çok kısa bir süreliğine de olsa hayatımıza sahnelik eden bir yere gittiğimizde. ruhumuza yolculuk ederiz.”