Ulusların Düşüşü – Yaratıcı Yıkıma Karşı Duruş!
Daron Acemoğlu, MIT’de ekonomi profesörü ve dünyadaki saygın ekonomistlerden biri. James A. RobinsonHarvard’da profesör olarak görev alan, siyaset bilimci ve ekonomisttir birlikte yazdıkları Ulusların Düşüşü kitabında tarihsel süreçte ekonomiye ışık tutmuşlar..
Teorilerine göre zengin ve yoksul ülkeleri birbirinden ayrıştıran en belirgin nokta, siyasi ve ekonomik düşünce sistemlerindeki ve kurumlarındaki farklılıklar.
Zengin ülkelerde entegre kurumlar ( diğer bir deyişle tüm toplumu gözeten demokratik kurumlar ) bulunurken, fakir ülkelerde özümleyici kurumlar (seçkin bir sınıfın gücüne güç katan otoriter ve sömürücü kurumlar ) vardır.
“Mısırlılara göre geri kalmışlıklarının başlıca nedenleri arasında etkisiz ve yozlaşmış devlet; hırs, beceri ve yeteneklerini kullanamadıkları
bir toplum ve aldıkları eğitim yer alıyor. Ama aynı zamanda bu sorunların kökeninde siyasal nedenlerin yattığının da farkındalar. Karşılaştıkları tüm ekonomik engeller, siyasal gücün küçük bir elit tarafından tekelleştirilip tatbik edilmesinden kaynaklanıyor. Bu, onların da anladığı gibi, değişmek zorunda olan ilk şey.”
“Sanayi devrimine kadar ülkeler arası gelir farklılıkları günümüzde olduğu gibi uçurumlarla ifade edilmiyordu. İngiltere’de başlayan bu olayın ardından teknoloji ve yeniliği üretim süreçlerine adapte edebilen ülkeler büyük gelişmeler gösterdi. Bu noktadan sonra ülkelerdeki hem siyasi hem ekonomik kurumlar, büyüme ve gelişme sürecinde ülkelerin ne kadar başarılı olacağını belirledi. Yazarlar, kurumları kapsayıcı ve dışlayıcı olarak ikiye ayırıyor. Dışlayıcı politik kurumlar yönetimin belli bir kesimin ya da bir bireyin elinde olduğu, halk kitlelerinin söz hakkının sınırlı olduğu kurumlardır. Bu kurumlar beraberinde dışlayıcı ekonomik kurumları getirir ve ülkedeki kaynakların yönetici elitler tarafından kullanıldığı, mülkiyet haklarının yaygınlaşmadığı, yenilik için gerekli teşviklerin ekonomik aktörlere verilmediği; dolayısıyla sürekli büyüme için dezavantaj yaratan bir ortam oluşur. Kapsayıcı politik kurumlar ise bu durumun tam tersine yönetimde çoğulcu ve eşitlikçi bir yol izler, bunun sonucunda kapsayıcı ekonomik kurumlar ortaya çıkar ve ekonomik büyüme için hazırlayıcı ortam oluşur.”
Bu ifadeler dışlayıcı kurumların olduğu yerlerde ekonomik büyüme ve gelişme olmayacağı anlamına gelmez ancak büyüme ve gelişme bu koşullar altında sınırlı olacak ve bir noktadan sonra duracaktır. (Sovyetler Birliği ve 2. Dünya Almanyası gibi) Çünkü büyüme ve gelişmenin devam etmesi için inovasyon ve yaratıcı yıkım gereklidir. Tarih boyu yaratıcı yıkıma karşı duran ve değişime ayak direten uluslar çökmüş.
Kısacası yazarlar çoğulculuk ve ekonomik gelişme arasında bir bağlantı olduğuna inanıyor ve tarih boyunca farklı yerlerde görülen farklı kurumsal yapılara odaklanarak gelişmişliğin ya da gelişmemişliğin nedenini bu yapılarla açıklıyorlar. Eğer politik sistem çoğulcu olursa
bunun ekonomik kurumlara yansıyacağını; herkesin katılımına açık, mülkiyet haklarının yaygın olduğu, bireyleri inovasyon ve yatırım için teşvik eden bir ortamın oluşacağını söylüyorlar. Bu durumun en iyi örneği tarih boyunca Amerika’da ve özellikle İngiltere’de yer alan kurumlar olarak gösteriliyor.
Kore, Singapur, İngiltere,Amerika neden zengin fakat Amerika’dan sadece bir sınırla ayrı Meksika ya da ve aynı coğrafyadaki Peru neden fakir, Neden Suriye’li göçmenler Türkiye’de ?
Tarihin tozlu sayfaları arasından kızılderililerden asteklere güç, refah ve yoksulluğun kökenlerine iniyoruz ve Ulusların Düşüşü kitabı Osmanlı İmparatorluğundan bahsetse de şu an Türkiye için kalıcı bir refahtan çok uzakta olduğumuzu tarihsel örnekleri ile yüzümüze vuruyor..
Umut : Her zaman bir umut var, bu döngüden çıkmanın yolları var, eğitim, çoğulculuk, demokratik kurumlar, inovasyon ve yaratıcı yıkıma karşı durmamak, ama ülke olarak içinde bulunduğumuz bu Causal Loop (Nedensel Döngü) den çıkmak bizim için her geçen gün daha da zorlaşıyor.